16 Şubat 2022 Çarşamba

Arif Şentürk


 

1970 li yılların başlarıydı. Benim de ilkokul yıllarım. O yıllarda İstanbul Zeytinburnu'nda oturuyoruz. Komşularımız çoğunlukla Arnavutlar. Benim köyümde de mübadele ile Yunanistan'dan gelen komşularımız çok olduğundan Balkan Göçmenlerine karşı hep sempati duymuşuzdur. Burada da komşularımızla çok güzel ilişkilerimiz vardı. O zamanlar evlerde su olayı yok. Genellikle mahalle çeşmelerinden alınırdı su. Ama Arnavutların oturdukları semtlerde evler genellikle bahçe içinde olurdu ve her bahçede ya kuyu ya tulumba bulunurdu. Çok çalışkan ve temiz insanlardı komşularımız.

      Mahallemizin berberiydi Arif Şentürk. Zaten iki tane berber dükkanı vardı rahmetli babamın gittiği. Birisi memleketlimiz Berber Hamit. geçen yıl kaybettiğimiz rahmetli Hamit Özkan amca. O biraz daha uzaktı bize. Diğeri de hemen bitişik komşumuz Arif abi, kızı İnci ile aynı okula giderdik. O benden bir iki yaş daha küçüktü. Bu Arif abi çok güzel saz çalardı boş zamanlarında. Sazı dükkanının bir parçası gibiydi. Ya elinde yada duvarda asılı olurdu. 

     Televizyon adını yeni duyduğumuz zamanlardı. Görenler anlatıyordu biz de çok merak ediyorduk açıkçası. Bir gün okul dönüşü çocukların  Arif abinin dükkanının önünde biriktiğini gördüm bende yanaştım. Dükkanın camında bir televizyon ekranda yüzme yarışları vardı. Olimpiyatlardı sanırım. İlk televizyonu orada gördüm. Aslında o yıllarda TRT nin gündüz yayınları yoktu büyük ihtimal yabancı yayınları gösteriyordu. Sonraları imkanı olanlar tek tük evlerine almaya başladılar. Telesafir dediğimiz televizyon misafirliği de böylece başlamış oldu. Arif abi bir müddet dükkanın camında biz mahallenin çocuklarına izlettirdi bu televizyonu. Konuşma engelli bir kalfası vardı arada bizi kovalardı yalandan. 

        Çok güzel günlerdi. Artık herkesin hayali evine bir televizyon alabilmekti. Tabi bizim de. Bir gün yine okuldan geldim. Annemde bir muzip gülümseme. Ne oldu dedim. Hiç bir şey dedi. Sonra üzerimi değiştirip oturma odasına geçtiğimde büyük sürprizle karşılaştım. Annemle babam bir televizyon almışlar. Allahım o gün akşam olmak bilmedi. Bir an önce açılsın istedim. 

       Aradan bir zaman geçti. Bu arada biz başka semte taşındık. Bizim yaş gurubu bilir cumartesi akşamları müzik programları olurdu. O kuşakta bizden size diye bir müzik programı vardı. Zamanın ünlü sanatçıları çıkar arada amatörlere de yer verilirdi. Programları pür dikkat izliyoruz malum. Pat diye karşımıza Arif abi çıktı. Çok büyük heyecan ve şaşkınlık yaşadık. O gece ilk kez Aman Bre Deryalar diyerek tüm Türkiye'ye seslendi. Ve ondan sonra Rumelinin sesi oldu Arif abi. Ne zaman izlesem çocukluğumun o güzel yıllarını ve Arif abinin berber dükkanının camına adeta yapışarak televizyon izlediğimiz gelir aklıma. Umarım sağlığı iyidir. Daha çok türküler estirir Rumeli'den.

      İki yıl önce yazmışım bu yazıyı. Hakkın rahmetine kavuşmuş Arif Şentürk. Çok üzüldüm. Rumeli Türküleri öksüz kaldı. Mekanı cennet olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun. 


18 Ekim 2019 Cuma

TARZAN KEMAL


Köylüm TARZAN KEMAL

Evlerimiz birbirini görüyordu. Onun evi tepenin en üstünde bizimki en altta. Aramızda tek bir ev vardı. Omzunda tırpanı ardında, 1-2 koyunu ve köpeği ile tüm köyü dolaşır patika yolların bile kenarlarındaki dikenlikleri tırpanıyla temizlerdi. 

1960 yılları Anadolu'nun küçük bir köyü. Sıra dışı yaşamı ve giyim tarzıyla rahatlıkla tüm köyde dolaşır kapı önlerinde sohbet ederdi herkesle. Onun sıra dışı giyim tarzını kimse de yadırgamazdı anladığım kadarıyla. Belki de kabullenmeleri zaman almıştır ama benim çocukluğumda öyle bir sıkıntı yoktu. 

Bazen 1-2 gün ortalıklarda görünmezdi. Sinop a giderdi. Çünkü orada da ailesi ve evi vardı. Gelirken bir sürü gazete ve dergiler getirirdi şehirden. Sanırım güncel tarihi geçmiş gazeteleri toplayıp getiriyordu. ( Yıllar sonra dayımdan duymuştum: ''Okunmayan her gazete yenidir'' dermiş.) Bunu köylüyle paylaşıp okumalarına vesile oluyordu. Sinop'tan geldiğini anladıklarında teyzem, (o zamanlar genç kızdı) Kemal Ağa gelmiş deyip bizi gönderir gazete dergi aldırırdı. Bunlar genellikle Hürriyet Gazetesi, Milliyet Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi, Hayat ve Ses mecmuaları olurdu. Genç kızların ilk tercihi mecmualar olurdu tabi. Magazin sayfaları hatmedilir. dönemin modasına da aşina olunurdu. Daha o yıllarda, Sinop'un Erfelek ilçesine bağlı küçük bir köy olan Karaca köyün komşu köylerden hep bir farkı olmuştur insan profili olarak. Bunun nedenlerinin başında Yunanistan'dan mübadil yoluyla gelenlerin getirdikleri bir kültür, Yine köyümüzde yaşayıp mübadil yoluyla Yunanistan'a giden Rumların bıraktıkları kültür. Bir de Tarzan Kemal'in o yıllarda köyümüze sürekli getirdiği gazete ve dergilerden köylünün edindiği ülkemize ve dünyaya ait bilgiler. Bunlar sayesinde Karaca köyün biraz farklı olduğunu düşünmüşümdür.

Tarzan Kemal köyümüze sağladığı bu katkıların yanında benim ve benim gibi çocukların hayatında da çok önemli bir değer olmuştur. İlk önce hiç farkında olmadan çevre sevgisini bilincini bizler onun sayesinde öğrendik. Hayvanlara çok değer verirdi mesela. Hep birkaç koyunu olurdu. Onların hepsinin isimleri olur isimleriyle seslendiği yanına gelirdi. Bazen koyunların eve girdiğine tanık olurduk. pencereden bakarlardı. Çok komiğimize giderdi. Sonraki yıllarda  Kuzu bebektir kesilmez sözü onun hayvan sevgisinin sloganı olmuştu. Elinde tırpanı ile yol güzergahlarını dikenlerden temizler insanların ve hayvanların rahat yürümelerini sağlardı. Okulumuzun etrafını temizlerdi. onun temizlediği yerleri biz de temiz tutmak için özen gösterirdik.

Köy evleri ahşaptan malum tahtaların aralarından kışın soğuk girerdi. Büyüklerimiz buna önlem olarak un ve sudan yaptıkları yapışkanlarla Tarzan Kemalin getirdiği ve zamanla biriken gazeteleri duvarlara yapıştırırlardı. Soğuk kış günlerinde biz çocuklar yapacak hiç bir işimiz olmadığından o odaların içine hapsoluyorduk. Ve bizim en büyük kurtarıcımız duvardaki gazeteler oluyordu. İlk önce gazetelerdeki bütün fotoğrafları ezberliyorduk. Sonra karikatürleri. Bütün fotoğraflar ezberlendikten sonra sıra yazılara geliyordu. Haber başlıklarını merak etmeye başlardık. Şurada ne yazıyor burada ne yazıyor diye diye büyüklerimizi darlardık. Bize en çok da bizden önce okula giden ablalarımız abilerimiz yardımcı olurdu bu konuda. Biz zaman içinde o başlıkları da ezberlerdik. Başlıklar yetmezdi tabi o yıllarda gazetelerde çizgi bant serileri olurdu. Bizimkiler adlı seri bantta Basri İle Fatoş diye karakterler vardı. Bu sefer onları okuturduk. Burada Basri ne diyor Fatoş ne diyor diyerek. Büyükler de bir süre sonra bu işten bıktıkları için artık kendi başımızın çaresine bakmak zorunda kalıyorduk ki dönüyorduk o ezberlediğimiz gazete başlıklarına. Oradaki harfleri sesleri inceleye inceleye biz okumayı kendi kendimize öğrenmiş oluyorduk. Tabi ki bu Tarzan Kemal sayesinde oluyordu. Ben ilkokula başladığımda okuma yazma biliyordum. Yaşı küçük olduğu için okula kaydı yapılmayan ama ara sıra kayıtsız da olsa okula giden benden bir yaş büyük merhum abimi de sene sonu kayıt yapıp direk 2. sınıftan başlattıklarını hatırlıyorum.  

Onun o dönemlerine denk geldiğimiz için kendimi çok şanslı hissediyorum. Mekanı cennet olsun güzel insan Tarzan Kemal in. 

Not: Şayet bugün yaşamış olsaydı Sinop'a kurulması planlanan Nükleer Santral projesine karşı çıkanların başını çekerdi.


 

17 Mayıs 2018 Perşembe

DUYARLI OLMAK

Efendim konu engellilerin yaşam hakkı. Biz neden böyleyiz. Zaten yeterince ağırlık verilmiyor engellilerin sorunlarına. Onlara ayrılan az sayıdaki kullanım alanlarını da hiç ihtiyacımız yokken keyif için gasp ediyoruz. Kaldırımlara çıkışlarını engelledik yıllarca. Son zamanlarda yenilenen yolların kaldırımlarına engellilerin çıkışlarını kolaylaştırmak için yapılan yerler var. Onlar için önemini tahmin etmek zor değil. Ama bakın kaldırım kenarlarına. Arabalar park ediyor ve o geçişleri de kapatıyorlar. yine kaldırımlardaki görme engelliler için konulan sarı parke taşları, onlarda park eden araçların gaspı altında. Üst geçitlerde ve metro alt geçitlerinde engelliler için yapılmış asansörlere sağlıklı insanlardan sıra bulup da binemiyor engelliler.  Umumi tuvaletlere klozetler konuyor, Kapısınada kocaman yazıyorlar engelliler için diye. Ama o tuvaletlere ya beş merdiven çıkarak yada beş merdiven inerek girilebiliyor. Bunun gibi bir sürü hatalarımız var. Lütfen biraz daha duyarlı olalım bu konuda. Çünkü hepimiz bir engelli adayıyız. 

16 Mayıs 2018 Çarşamba

ASKIDA

İtalya'da Venedik'in kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar'da, espressolarımızı içiyorduk. İçeri giren müşterilerden biri barmene, "iki kahve, biri askıda!" dedi; iki kahve parası verdi, bir kahve içip gitti. Barmen de duvar üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt astı. Biraz sonra içeri iki kişi girdi. Onlar da "Üç kahve, biri askıda" dediler; Üç kahve parası verdiler ve iki kahve içtikten sonra gittiler. Barmen "askı"ya yine bir küçük kağıt astı. Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyordu. Bir süre sonra kahveye, üstü başı biraz eski-püskü, belli ki yoksul bir kişi girdi ve Barmen'e "Askıdan bir kahve!" dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne koydu. Yoksul kişi, kahvesini içtikten sonra para ödemeden çıktı, gitti. Barmen'se, duvardaki askıya taktığı kağıtlardan birini kopardı, parçalayıp çöp kutusuna attı. Bu günün sonunda, gözlerimizi yaşartan bir "İtalyan toplumsal terbiyesi" öğrendik: Bir Venedikli için yaşamsal olmasa da, kahve, günlük yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Kahve içecek kadar parası olmayan kişilere yardım edebilecek düzeydeki kişiler, bir kahve parası daha ödüyorlar. Yardım ettiği kişiyi görmedikleri için bu kişiler de daha mutlu oluyorlar; kimden geldiğini bilmedikleri bu ikramı kabul edenler de daha huzurlu!      


İnternet te başı boş gezen alıntı yazılardan biri bu yazdığım. İlk okuduğumda  çok hoşuma gitmişti. Neden bizde de yok böyle uygulamalar diye. Kahve olayı çok güzel tabi de özellikle fırınlarda da ekmek ihtiyacı olanlara yapılsa diye düşünmüştüm. Gerçi bizim millet olarak yardımseverlik duygularımız çok gelişmiş. yardım için geleni geri çevirenimiz çok azdır. Tabi imkanlarımız ölçüsünde. ama burada başka bir şey  var. İhtiyaç sahibi ezilip büzülmeden, başkaları tarafından sağlansa da kendi hakkı olan bir şeyden faydalanıyor. Bir gazetenin köşe yazısında okudum (adını unuttum vallahi gazetenin) Meğer bizde çok eskiden böyle bir uygulama varmış. Ramazan aylarında fırının kapısına asılan bir torbaya isteyen ekmek alıp koyuyormuş. İhtiyaç sahipleri de oradan gelip ekmek alırmış. Şimdilerde özellikle ramazan aylarında hayırseverler büyük yardımlar yapıyor. Belediyeler büyük iftar çadırları kuruyor. ama nedense beni hiç tatmin etmiyor bu yardım olayları. Ya bir kamyon erzak götürüp milleti birbirine çiğnettiriyorlar. Ya da tv  den gördüğüm kadarı ile aileler giyinip kuşanıp bir değişiklik olsun diye çadıra iftara gidiyorlar ihtiyacı olsun olmasın. Böyle şeyler şova dönüşmeden ve ramazan ayı ile sınırlı kalmadan yapılsa ne güzel olur değil mi. Gerçek hayırseverlerin gerçek ihtiyaç sahipleri ile buluşmalarını dileği ile herkese hayırlı ramazanlar.                                                       
 

3 Mart 2018 Cumartesi

dumansız ızgara


Bizzat kullanıp memnun kaldığım bir ürünü paylaşmak istedim sizinle. Profilo nun dumansız ızgarası. Ev için oldukça kullanışlı ve ideal. Üzerinde her türlü et ve sebzeleri ızgara tadında yapabileceğiniz gibi aynı zamanda  hamur işlerinde de saç görevini üstlenebiliyor. Mesela kreplerinizi büyüklüğüne göre aynı anda dört veya altı tane yapabilir değerli vaktinizi boşa harcamamış olursunuz. Temizlemesi kolay. Dik olarak dayadığınızda da dolabınızda oldukça az yer kaplar. Daha ne olsun. :)

29 Şubat 2016 Pazartesi

GAZIYAK

 Şimdi tam mevsimi. Ekme dikme derdi yok. Doğanın ikramlarından biri. Yöresel şivemizle ( Sinop- Erfelek ) biz gazıyak deriz. namı diğer KAZAYAK. Başka yerlerde başka adı var mı bilmiyorum. Çok lezzetlidir kendisi. Haşlayıp una bulayarak  kızartırız. Üzerine yoğurt -sirke- sarımsak karışımından sos hazırlayıp dökeriz. Bir-iki dakika  tıkırattıktan sonra ocaktan alırız. Gazıyak sirkelisi olur. haşlayıp turşusunu kurarız. Haşlayıp sadece yoğurtlusunu yaparız en sağlıklısından.



18 Eylül 2015 Cuma

soda şişesinde domates sosu

Ne yalan söyliyeyim ben öyle harıl harıl kışlık hazırlayanlardan değilim.Ucundan kıyısından biraz biraz çokta kendimi yormadan yapıyorum işte bir şeyler. Bu konuda eskiler kadar çokta bilgili değilim açıkçası. Salçamı sosumu abartmadan yapıyorum yine de. Bu arada internette dönen şu soda şişesinde domates sosuna bende bulandım. :) Hiç aklımda yokken arkadaşım şu resimde gördüğünüz kapak takma aparatını hediye etti. Söylemesi ayıp dükkanlarında yok yok.  https://www.facebook.com/Ayvacılar-Ticaret-132900980142990/timeline/   Haliyle soda şişesinde domates sosu yapmak ta şart oldu. Artık hazır girişmişken şundan biraz bundan biraz kışlıklara başlamış oldum bende.



Bu bizim buralarda karaca erikten yaptığımız bir erik tatlısı. Çekirdekleri çıkartılan erik biraz şeker katılarak bir taşım kaynatılır. Arzuya göre yerken içine süt yada kaymak katılır.

Domates Salçalarım

 Yine domatesle yapılan acılı biber sosu.

Kiren namı diğer kızılcık turşusu. Ben bu turşunun suyunu marul salatasında sirke olarak kullanıyorum. çok güzel bir lezzet veriyor.